Uzam Yayınları, Ankara, 2024
hareketlerin sinemanın ilk doğuş yıllarında meydana gelmesi oldukça düşündürücüdür. Sinema tarihinin ilk yıllarında ortaya çıkan empresyonist, ekspresyonist, dadaist ve sürrealist film örneklerinde olduğu gibi avangart özelliği taşıyan filmin özgünlüğünün, sanatsal kimliğinin ortaya çıkarılması macerasına yön verecek düzeyde belirleyici sanat hareketlerine daha sonraki dönemlerde rastlanmamaktadır. 1940 ve 1950’li yıllardan itibaren adını duyuran Film Noir, Psikolojik Gerçekçilik, Yeni-Gerçekçilik, Yeni Dalga gibi akımların hiçbiri, 1910 ve 1930 arasında sahne alan, sistemin dışında kalan, karşı duran, yıkan ve dönüştüren ilk karşı-hareketler kadar avangart özelliği taşımamaktadır. Bu filmlerin, fotoğrafla birlikte, sanatın tekno-sanata dönüşmesine öncülük eden sinemaya taşıdığı soluğu ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekir.
Sinemanın varoluş ve kendi kimliğini oluşturma kavgası verdiği ilk doğuş yılları, her türlü tartışmanın, sanat akımının, benzer ve karşıt yönelişin bir arada filizlendiği, gelişen film medyumunun karakteristik özelliklerinin belirlendiği bir dönem olduğu için önemlidir.
8
Ülkemizde avangart sinema tartışmasının yeterince yapılabildiğini söylemek zordur. İletişim fakültelerinin sinemayla ilgili lisans bölümlerinde hatta yüksek lisansla doktora programlarında dahi kaynak ve uzman öğretim elemanı eksikliği dolayısıyla yeterince yer verilmemektedir. Bu durumun ayrıca, ülkemizde sinema denilince ekseriyetle hikâye anlatımının anlaşılmasından, yapılan film analizi çabalarının görüntünün resim dilinden ziyade öykü analizine yönelmesinden kaynaklanabileceğini söyleyebiliriz. Oysa film medyumunun ne olduğu, nasıl olması gerektiği sorusundan hareket eden avangart anlayışlar tartışılmaksızın sinema tarihinin, dönemlerinin, akımlarının ve anlatım yapılarının gereğince anlaşılması mümkün değildir. Bu bağlamda, ana-akım sinemasının dönüşüm sürecinde önemli etkileri bulunan ilk avangart hareketlerin özellikle empresyonist, ekspresyonist, dadaist ve sürrealist film örneklerinin dönemin şartları içinde ele alınarak sorgulanması, böylece sinemanın gerçeklikle kurduğu ontolojik, etik-estetik ve epistemolojik ilişkinin gelişme sürecinde nasıl dönüştüğü sorusunun muhakeme edilmesi gerekir.
Çalışma, bu zorlu görevin sorumluluğunu yüklenirken alanında hissedilen eksikliğin bir nebze olsun giderilmesiyle aktüel sinema tartışmalarına katkı sunmayı amaçlıyor.