Akcan Şirin E., Ayabakan A. I.(Yürütücü), Özmen B.(Yürütücü)
TÜBİTAK Projesi, 2023 - 2024
Kapadokya bölgesi geçmişten günümüze, ilk uygarlıklar da dahil olmak üzere, birçok medeniyete ev sahipliği
yapmış bir bölgedir . Kendine has bir iklimi ve toprak yapısı olan bu bölge; içerisinde yaşayanların, deneyimleriyle,
yaşayışlarıyla ve bazen de korkularıyla özelleşmiştir. Bu deneyimleri ve yaşayışları ilk olarak okuyabildiğimiz
nokta bölgenin “kendini oluşturmuş mimarisidir”. Kapadokya mimarisi bize bu bölgede yaşayan toplulukların nasıl
yaşadıklarını, inançlarını, savaşma şekillerini göstermektedir. Bu tarihsel zenginliğin getirmiş olduğu birden fazla
bileşenle bugüne dek oluşmuş bu şehir dokusunu, bugün okuyabilmek, ülkemize ve dünyaya sunabilmek önemli
bir hedeftir. Kapadokya yerüstü mimarisi kadar, yeraltı mimarisinde de özgün bir bölgedir. İhtiyaca yönelik “oyma”
tekniğiyle mekân oluşumları malzemeye ihtiyaç duymadan oluşmuş bir mekân kurgusudur.
Kapadokya meydana gelme şekli tamamen doğal olsa da kullanım tanımında bir mimarlıktır. Savunma, barınma,
eğitim vb. gibi her türlü ‘insani’ mekân kullanımlarına hizmet vermiş bir coğrafi bölgedir. Genel ifadelerle
Kapadokya mimarisinin inşa edilmeyen bir mimarlık olarak mimari boyutunun nerede olduğu bulunmaya
çalışılmış ve eşine az rastlanır bir mimari tasarımı çeşitliliği meydana getiren ögeler ile anlatılmaya çalışılmıştır.
Genel kurgu olarak en tutarlı mimarlık tarihçisi Kenneth Frampton’un mimarlığa tektonik boyutunu öne çıkaran
tanımlamasına kadar yayılabilmektedir. Ancak araştırmamız ‘somut ‘gözlem ve çözümleme alanı olan
Kapadokya troglodit yerleşmeleri, tüm dünyadaki bu tür yerleşmeler içinde yaygın tipolojik örnekleriyle bu güzel
tanımlama çabalarının çerçevesinde ya sığmamakta ya da tanımlamalar çerçevesinde eksik olarak
zayıflatmaktadır.
Çağdaş kuramlar içerisinde Frampton‘un güçlü kavramı ‘tektonik’ bulunmaktadır biridir. Mağaralardan
başlayarak toprağa kazınmış, negatif mekânlar bu genel tanımı zorlamakta mimarlığın ne olduğunu yeniden
betimleme zorunluluğunu çağırmaktadır. Kapadokya’yı bu yapılsallık (tektonik) kalıbının tanımları çerçevesine
oturttuğumuzda eksik noktalar kalmaktadır. Bu kuramsal çerçevenin paradigmasını ile ‘atektonik’ boyutu da
katılarak yeniden değerlendirilecektir.
Yeraltında oluşmuş bu mekânların tespitlerinin önemi sadece sanat, arkeoloji, tarihsel bağlam ya da turizm için
önemli değildir. Geçmişten günümüze kadar gelen bu yeraltı mekânsallaşması, bugün mülkiyet özelinde sorunlar
çıkarabilmektedir. Bugün doğacak bu problemlerin çözümü ise bu mekânların tespitinin ve ölçümünün
yapılabileceği tekniklerin üretilmesiyle mümkün olacaktır.